Stratejik Otonomi adından da anlaşılabileceği gibi AB’nin belirli kararları otonom olarak kimseye danışmadan alması anlamına gelir. Bu konsept günümüzde özellikle savunma ve güvenlik açısından dile getirilmeye başlandı ve AB’nin NATO ile arasındaki ilişkide tansiyonu artıran bir olgu oldu.
AB ve NATO İlişkilerine Bakış
AB’nin 27 Üyesinin 23’ü NATO üyesidir. Avrupa Birliği Antlaşması’nın 42. maddesinin 7. fıkrası Üye Devletlere yapılan bir saldırı karşısında diğer devletlerin ona yardım edeceğini, bu yardımın NATO taahhütleri altında olacağını ve taraf olan Üye Devletlerin savunmasının temelini NATO’nun oluşturduğunu beyan eder.
NATO ve AB savunma konusu üzerinde birbirini tamamlayıcı rol üstlenmişlerdir. NATO kolektif savunmayı ve ana askeri operasyonları yönetirken AB kriz yönetimi ve insani görevleri yürütmektedir. 1998 Saint-Malo Deklarasyonu ile AB “3 Hayır” politikasını sunmuştur. Politikaya göre AB’nin hiçbir eylemi NATO’dan kopmak, yaptıklarını tekrarlayıp ikilik yaratmak için yapılmayacak, NATO üyesi olan ve olmayan ülkeler arasında ayrım yapmayacaktır. AB’nin toplam silah alımlarının yüzde 55’i Amerika’dan karşılanmakta ve Ukrayna’ya yapılan yardımlarım yüzde 99’u NATO tarafından yapılmaktadır.
AB Neden Stratejik Otonomi İstiyor?
Özellikle 2011 yılında Obama’nın “Asya’ya Yöneliş” politikasıyla artık ABD’nin odağının Avrupa’dan uzaklaşacağının anlaşılması üzerine Avrupa’nın savunma endüstrisi üzerinde yerli üretimin artırılması ve ordu mekanizmalarının geliştirilmesi konusunda fikirler ortaya atılmaya başlandı. 3 ana fikri Milliyetçiler, Atlantikçiler ve Avrupalılar oluşturdu.
Milliyetçiler, Avrupa Şüpheciliği görüşünü de savundukları için ülkelerinin dış politikada daha bağımsız olması gerektiklerini savunarak AB’den bağımsız savunma kararlarının alınmasını desteklemektedirler.
Atlantikçiler, AB’nin kendi kapasitesini artırmasını desteklerken bu kapasite artırımının Avrupa-Atlantik bölgesinin ortak savunma ihtiyaçları için kullanılmasını savunmaktadır. AB’nin savunma konusunda söz hakkı olmasını desteklerken bunun NATO bağlamında kopmak için yapılmasına karşılardır.
Avrupacı bakış açısı ise AB’nin NATO’dan bağımsız bir savunma endüstrisi ve güvenlik mekanizmasını savunmaktadır. Kapasite artırımı sadece AB’nin stratejik kararları doğrultusunda yapılmalıdır. Bu bakış açısının en büyük destekçileri arasından Fransa Cumhurbaşkanı Macron bulunmaktadır ve kendisi 2019’da NATO’nun “beyin ölümünün” gerçekleştiğini belirtmişti.
AB’de genel kanı daha çok Atlaktikçi bakış açısına yakın olsa da özellike Trump döneminde kurulan baskı bazı bağımsızlık adımlarının da atılmasına yol açtı. Örneğin AB 2017’de Daimi Yapılandırılmış İşbirliği mekanizmasını kurarak AB devletleri arasında ortak projelerin yapılmasını teşvik etti. 2021’de Avrupa Savunma Fonu’nu kurarak bu projeleri fon yoluyla teşvik etmeyi amaçladı. AB ileride bunları Avrupa Savunma Endüstrisi Stratejisi çatısı altında toplamak ve sonraki Avrupa Komisyonu’nda bir Savunma Komiseri bulundurmak istiyor.
Geleceğe Bakış
AB’nin Stratejik Otonomi tartışması ABD liderlerinin aldığı kararlarla eş güdümlü ilerlemektedir. Olası ikinci bir Trump yönetimi Avrupa-Atlantik ilişkileri daha da gerebilir ve AB bu alanda daha etkili kararlar alabilir. Fakat Avrupa’nın kısa dönemde NATO’ya ve ABD’ye olan güvenlik bağımlılığından kurtulması oldukça zordur. AB’nin en büyük ordularını oluşturan Fransa ve Almanya ordusu toplamda yaklaşık 400.000 aktif personele sahipken ABD’nin 1.3 milyon personeli bulunmaktadır.
NATO güçleri Avrupa’nın Doğu hattında 300.000 personel bulundururken bölgede çokça ABD askeri üssü bulunmakta. AB’nin üretim kapasitesi Ukrayna’ya yıllık tedariklerine gecikmekte ve dolayısıyla kendi ordularını besleyememektedir. Bununla birlikte AB’nin üretim ve insan gücü kapasitesi uzun vadede kendini önemli bir savunma aktörü haline getirmek için oldukça sağlam temeller oluşturmaktadır.